1919-1923 ARASI TÜRK – ARAP İLİŞKİLERİ

 Sakarya Üniversitesi’nde Muhammed Talha Çiçek’in yapmış olduğu yüksek lisans tezinden bir kesittir. Kendisine teşekkürlerle yayınlıyoruz.

 Osmanlı Devleti’nin Arap topraklarından çekilmesinden sonra cumhuriyetin kurulmasına kadar geçen dönemde Türk-Arap ilişkileri Halife’nin manevi otoritesi altında emperyalizme karşı işbirliği çerçevesinde şekillenmiştir. Türkler ve Araplar birbirlerini iki ayrı siyasi birim olarak kabul etmiş durumdadırlar. Bu dönemde Türk-Arap ilişkilerinde isyanın etkisi yok denecek kadar azdır.

Arap topraklarında Osmanlı hakimiyeti sona erdikten sonra Türkler ve Araplar ilk olarak emperyalizme karşı işbirliği ortak paydasında bir araya gelmişlerdir1. Osmanlı Devleti’nin savaşta yenilmesinden ve

Arap bölgelerinde Hegemonik güçlerin manda yönetimlerinin kurulacağının anlaşılmasından sonra,

Suriye Kralı Faysal’ın da içinde bulunduğu birçok Arap lider bağımsızlık ve bölgesel entegrasyon için Türklerle işbirliği yapmanın yollarını aramışlardır (Akşin, 1986:2).

Bu anlamda ilk temas 3 Ekim 1919’da, Mondros Mütarekesi görüşmeleri esnasında Faysal’ı temsilen İngiliz heyetinde bulun Nuri Sait Paşa ile Osmanlı heyetinden Binbaşı Ömer Halis Bey arasında gerçekleşmiştir. Burada Nuri Sait, Ömer Halis’e gizli bir mektup vererek bu mektubu Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’ya iletmesini istemiştir. Mektupta Türk ve Araplardan oluşan bir federasyonun kurulması isteği ifade edilmekteydi (Cebesoy, 2000:43).

Daha sonra 15 Ekim 1919’da Faysal ile Mustafa Kemal Paşa arasında gizli bir anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşmaya göre her iki ulus da özgürlük için mücadelede birbirlerine yardımcı olacaklardı. Şerif Hüseyin Osmanlı Halifesini tanıyacak, buna mukabil Osmanlı Devleti de, Şerif’in Doğu Arap vilayetlerindeki (Meşriku’l-Arabi) bağımsızlığını kabul edeceklerdi. Şerif, Anadolu’daki harekete destek olacaktı.2 (Akşin, 1986:4).

Bu arada bir takım Arap kabile şeyhlerinden Osmanlı yöneticilerine, kendilerinin manda yönetimi değil de Osmanlı yönetimini istediklerini ve Osmanlı’ya bağlı olduklarını bildiren mektuplar gelmiştir. Dayr ez-Zor kabilesi şeyhi Şamar gönderdiği mektupta Osmanlı’ya bağlılığını bildirmekte ve bu duygularının Halep ve Şam halkı tarafından da paylaşıldığını ifade etmektedir (Gökbilgin, 1965:389-92). Irak’taki Osmanlı yanlısı bir kabile şefi olan Acemi Paşa’dan da benzer bir mektubun geldiğini görmekteyiz (Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, 1964:38). Aynı şekilde 4 Şubat 1920’de Suriye’den, Osmanlı yönetimi altında kalmak istediklerini belirten mektuplar gelmiş ve bunlar Osmanlı kabinesinde tartışılmıştır (Akşin, 1986:6). Osmanlı Devleti Arap topraklarından çekildikten sonra Osmanlıcı duyguların Araplar arasında etkili olduğu anlaşılmaktadır.

20 Temmuz 1920’de Suriye’nin Fransızlar tarafından işgal edilmesi ve sonrasında aynı yılın Ekim ayında Fransa ile Türkiye arasında imzalanan anlaşma Suriye Arapları ile Türkiye arasındaki emperyalizme karşı işbirliğini sona erdirmiştir (Akşin, 1986:9).

Emperyalizme karşı mücadele yanında, Milli Mücadele ile başlayan, Osmanlı Devleti çekildikten sonra Arap memleketlerinin statüsünün ne olacağı tartışması da Türk-Arap ilişkilerinin seyrinde bir dönüm noktası oluşturmaktadır. 17 Şubat 1920’de ilan edilen Misak-ı Milli, Arapların kendi kaderlerine kendilerinin karar vermeleri gerektiğini belirtmektedir3. Bundan dört gün sonra Hakimiyet-i Milliye gazetesinde yayınlanan bir yazısında Mustafa Kemal, şunları ifade etmektedir. “…Ekseriyet meselesi ayrı bir mevcudiyet ve milliyet teşkil etmek iddiasında bulunan kavmiyetler için mevzubahistir. Mesela Araplar, Halep’ten aşağıda bütün Arabistan’ın ekseriyeti milliyesini teşkil ederler. Ve bundan dolayıdır ki, onların istiklallerini kabul ettiğimiz milliyet prensiplerine muvafık görüyoruz.” (Hakimiyeti Milliye, No:10, 21 Şubat 1920’den akt. Koloğlu:1994:60). Burada Türk milliyetçiliğinde Osmanlıcılık idealinin artık tamamen bittiğini ve milliyetin artık Osmanlı “unsurları” arasındaki ilişkileri belirleyen temel kriter olmaya başladığını söyleyebiliriz.

Kurtuluş Savaşı esnasında Arapların, Türk bağımsızlık hareketine karşı tutumu da Osmanlı sonrası Türk-Arap ilişkilerinin mahiyeti çerçevesinde değinebileceğimiz bir diğer konudur. Araplar’ın büyük çoğunluğu Türk Kurtuluş Savaşı’nı desteklemiştir. Milli Mücadele esnasında Kahire’de, Türklerin mücadelesini destekleyen resimler basılmıştır. Bu resimlerde “Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı, Ankara’da Büyük Millet Meclisi üyelerine hitap ederken”, “Enver Paşa’yı Sevr haritasını Kemal Paşa’ya verirken”, Mustafa Kemal Paşa’yı “zafer Allah’tandır ve fetih yakındır” ayeti önünde resmeden”,”Abdülmecid Efendi etrafında Türk ve Arap toplulukları” gibi imgelere rastlamak mümkündür (Koloğlu, 1994:111-112). Ayrıca Mısır Hilal-i Ahmer Cemiyeti Milli Mücadele esnasında maddi yardımda bulunmuştur (Atatürkün Bütün Eserleri XXII:214). Mısır’da hilafetin ilgasına kadar, bu kurum etrafında bir Türk-Arap dayanışması düşüncesi etkili olmuştur.

Milli Mücadeleden zaferle çıkılması Araplar arasında büyük coşkuyla karşılanmıştır. El-Menar gazetesi Türkleri herkesten fazla vatanını savunan ve istiklalini kovalayan toplum olarak niteler. Suriye’de, Milli Mücadele esnasında gazeteler aktif bir destek kampanyası yürütmüş, Mustafa Kemal’in ve halifenin etrafında toparlanmayı savunmuşlardır (Georgeon ve Gökalp, 1990:26). Savaş kazanıldığında, Türk bayrakları zafer haberleriyle birlikte elden ele dolaşmıştır. Lübnan Müslümanlarının çıkardığı El-Belağ ise tek bir Müslüman devletten ziyade Müslüman ulusların işbirliğinin Müslümanlar için faydalı olacağını ifade etmiştir (Koloğlu, 1994:210-212). Yine Filistin’de zaferi kutlayan gösteriler düzenlenmiştir. Kudüs M. Kemal’in resimleriyle donatılmış, Gazze ve Nablusta pencerelere Türk bayrakları asılmıştır (Porath, 1971: 181-184).

Halifenin tahtı etrafında birleşme projesinin Mustafa Kemal tarafından da benimsendiğini görmekteyiz. Zira, 1 Kasım 1922’deki konuşmasında M. Kemal İslam birliği hakkında şunları söylemektedir: “İslam birliğini şöyle hayal ediyorum. Her Müslüman toplum bağımsız olmalıdır. Bunların bir imparatorluk şeklinde birleşmelerine karşıyız, aklıselime karşı olur. Biz ve İslam dünyası Halife’nin tahtı çevresinde birleşiriz” (11. 1. 1922). Milliyet merkezli bir tasavvurun iyice belirginleştiğini gözlemlemekteyiz.

Milli Mücadele sonrasında Türkiye’nin batıcı bir ideoloji benimseyip hilafeti kaldırmaya karar vermesinden sonra, hilafetin Araplara verilmesi için Şerif ile Kemalistler arasında görüşmeler yapılmıştır. Hilafet için istekli olan Şerif Hüseyin ile Batıcı bir ideoloji benimsedikten sonra hilafeti kaldırma yoluna giden Kemalistler, zaman zaman bu kurumu ihraç edebilecek bir alternatif olma ihtimali bakımından Haşimilerle bu doğrultuda işbirliği yapmanın yollarını aramışlardır. Bir takım görüşmeler yapılmakla birlikte Hicaz Krallığı’na 1924 yılında İbn Suud tarafından son verilmesiyle bu görüşmeler de sona ermiştir (Teitelbaum, 2000:412-413).

Osmanlı Devleti’nin Arap topraklarında hakimiyeti sona erdikten sonra Türk-Arap ilişkileri hilafet merkezli bir yapılanma ile emperyalizme karşı işbirliği müvacehesinde gelişmiştir. Bu anlamda Osmanlıcılık’ın hilafetin kaldırılmasına kadar devam ettiğini söyleyebiliriz. Osmanlıcılık fikrinden tamamen vazgeçilip Batıcı bir ideoloji benimsendikten sonra hilafeti kaldırmanın en önemli gerekçesi olarak “Türkleri arkadan vuran Arap imaji” kullanılmıştır.

————————————————–

1 Mustafa Kemal Paşa 9 Ekim 1919’da Halep’te Suriyelilere hitaben yayınladığı beyannamede bu Suriyelileri emperyalizme karşı mücadeleye davet etmektedir: “…Aramızda tahrik edilen ve bizleri birbirimizden ayıran husumete ehemmiyet vermemenizi bir dindaşınız olarak temenni ediyorum, bütün anlaşmazlıkları ortadan kaldırmalıyız ve bütün silahlarımızı ülkemizi bölmek isteyen hain partilere karşı çevirmeliyiz. Eğer dinlemezseniz, sonuna kadar siz üzüleceksiniz. Dinimizin imansız düşmanların ellerinden kurtarmak istiyoruz.” (Atatürk’ün Bütün Eserleri IV, 2000:251).

2 Abdullah hatıralarında ittifak girişimlerini şu cümlelerle izah etmektedir: “…Galib Bey, Mustafa Kemal Paşa’yı Yafa’daki Osmanlı taburunda subaylık yaptıkları günlerden bizzat tanıdığını söylüyordu. Benim adıma Mustafa Kemal’i arayıp selam vermek ve Araplarla Türklerin kurtuluşu için iki tarafın birlikte çalışmalarını teklif etmek üzere izin istedi, ben de izin verdim. Mustafa Kemal Paşa, gönderdiği cevapta teşekkür ve minnetini ifade ediyor ve Fırat boyundan güneye doğru inmekte olan Kazım Karabekir Paşa’ya gerekli talimatları verdiğini söylüyordu. Ayrıca haberleşme için özel şifreler de özel ulaklarla gönderilecekti.”(Kral Abdullah, 2006:167).

3 “Osmanlı Devleti’nin, özellikle Arap çoğunluğunun yerleşmiş olduğu, 30 Ekim 1918 günkü Mondros Mütarekesi yapıldığı sırada, düşman ordularının işgali altında kalan kesimlerinin geleceğinin, halklarının serbestçe açıklayacakları oy uyarınca belirlenmesi gerekir…” (Soysal, 1983:15)

 Bu konu ve diğer Tarih konularıyla ilgili daha geniş bilgileri www.tarihonline.com adresinden alabilirsiniz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.